Her tedavi alanında olduğu gibi tabii ki homeopatinin de sınırları vardır ve gerektiğinde diğer tedavi yöntemleriyle beraber çalışmalıdır. Kanser gibi hastalıklarda kanserin aşaması ve bazı hastalıklarda vücudun yıpranmışlığı tedavinin başarısını belirler. Ya da ağır organ hasarı söz konusu olan bir hastada başka yöntemlerinde tedaviye dahil edilmesi gerekir. Diğer yandan homeopatik tedaviyle uyuşmayan durumlarda var. Örneğin hasta düzenli olarak Antibiyotik, Kortizon, iltihap dindirici vs. alıyorsa homeopatik tedavi başarılı olamayabilir. Ayrıca çok nadir de olsa bazı insanların homeopatik ilaçlara karşı aşırı hassaslığı ya da aksine duyarsızlığı gözlemlenmiştir. Bu konuda homeopatlar farklı görüşlere sahiptirler.

Homeopati’nin başarı gösterdiği alanların bazıları:

• Migren ve diğer baş ağrıları

• Çocuk hastalıkları ve gelişim problemleri

• Alerjiler, Cilt hastalıkları

• Solunum yolu hastalıkları, Astım

• Romatizma, eklem ve kemik hastalıkları.

• Depresyon, Panik atakları, korkular,

• Uykusuzluk, değişik kriz dönemi problemleri

• Üşütmeye yönelik hastalıklar, Grip ((Üst Solunum Yolları Enfeksiyonları -ÜSYE)

• Kadın hastalıkları, menstrual düzensizlik

• Kadınlarda buhran dönemi, menopoza giriş zorlukları

• Kıskançlık, ağır üzüntü,

• Kanser önleme, kanserin tamamlayıcı tedavisi ve kemoterapi sonrası tedavi

• Değişik organsal hastalıklar (kalp, sindirim sistemi, akciğerler, kemik, kas vs.)

• Psikosomatik hastalıklar

• Şeker, Karaciğer hastalıkları

• Böbrek ve idrar yolları hastalıkları

• Ve başka birçok hastalık

Tarihten günümüze homeopati

Homeopati "maddeler seyreltildikçe etki güçleri artar" prensibine dayanmaktadır. Bu prensip tarihte ilk defa antik Yunan döneminin en tanınmış hekimi olan Hippokrates tarafından fark edilmiştir. Daha sonra bu doğa yasası 16. yüzyılda Alman gezgin, Hekim ve Simyacı Paracelsus tarafından oldukça yoğun bir şekilde araştırılmıştır. Fakat bu doğa prensiplerini ilk defa Doktor, Eczacı ve Kimyacı olan Samuel Hahnemann kendi üzerinde yaptığı denemelerle doğrulamış ve bu gücü hastalıkların tedavisinde kullanmayı bir bilim haline getirmiştir.

Christian Friedrich Samuel Hahnemann 1755 de Almanya’nın küçük bir şehrinde Meissen’de ( bugün Dresden’e bağlı) doğmuş. Tıp, eczacılık ve kimya öğrenimlerini bitirdikten sonra kısa bir süre hekim olarak çalışmış ve müteakiben bu şekilde doktorluk yapmayı reddetmiş ve bildiği 7 lisanla çeviri yapmayı tercih etmiştir. Çeviriler esnasında Kınakına ağacının (Latin Amerika’nın tropik bölgesinde yetişir) kabuğunun sağlıklı bir insan tarafından alındığında malarya ( sıtma ) hastalığına benzer semptomlar gösterdiğini öğrenmiş ve kendi üzerinde bunu defalarca denemiştir. Bu şekilde tedavi yapılması kanısına varıp bir dizi deneme ve olumlu sonuçlar aldıktan sonra bunları ana eseri olan "das Organon" adlı kitabında bilimsel bir hale getirmiştir. Böylece Homeopati modern ve doğal bir tedavi yöntemi olarak doğmuştur. Hahnemann uzun süre Almanya’da Homeopat olarak hasta kabul etmiş ve hayatının sonuna kadar (1843 / Paris) yaptığı araştırmalar hakkında çok sayıda kitap yazmıştır.

Hahnemann klasik Homeopatide üç temel prensibi öngörüyor.

1. Benzerlik prensibi: "Similia similibus curentur", "Benzeri benzer ile tedavi etmeli"

2. İyi bir homeopatik ilaç tanımlama bilgisi

3. Bireysel hastalık şeklini tam kavrama ve detaylı bir anamnez

Hahnemann; Homeopati tedavi yöntemini klasik Homeopati olarak bilimsel bir sisteme oturtarak tıp tarihine ve insanlığa büyük bir hizmette bulundu. Homeopatlar günümüze kadar Hahnemann’ın açtığı yoldan gidip Homeopatiyi dünyanın her tarafına yaydılar ve uyguluyorlar. Böylelikle değişik ağırlık noktalarıyla birçok akım Hindistan, Latin Amerika, Kanada, ABD ve Avrupa’da oluştu. Bu oluşum bize homeopatinin günümüz koşullarına göre yani hastalıkların komplike oluşlarına göre Hahnemann’ın zamanında tahmin bile edilemeyen bir çok gelişmelere açık olduğunu gösteriyor.

Benim Homeopatiyi uygulama anlayışım:

Homeopati benim için doğal tedavi yöntemleri içinde en kapsamlısı olmakla birlikte insana bedensel, ruhsal ve zihinsel boyutlarda ulaşabileceğim bir yöntem olduğu için tedavilerimde ön sırayı almaktadır. Kendimi klasik Homeopat olarak tanımlamıyorum, onun yerine Homeopati ağırlıklı Doğal Tıp Uzmanı olarak tanımlıyorum. Her ne kadar Fitoterapi eğitimim ve araştırmalarım Homeopati eğitimimden daha önce başlamış olsa da Homeopati tedavilerimin ana direğini oluşturmaktadır. Homeopatik ilaçların % 70’i bitkilerden elde edildiği için bitki şifa bilimi üzerindeki bilgi ve tecrübe birikimim homeopatik tedavimin vazgeçilmez bir parçası oldu.

Benim her hastalığı kesinlikle homeopati ile tedavi edebilirim veya edeceğim diye bir iddiam yok. Çünkü şimdiye kadarki tecrübelerimden aldığım sonuçlara dayanarak bazı tedavi yöntemlerini beraber uygulamak gerektiğini düşünüyorum ve uyguluyorum. Örneğin alkol bağımlısı bir hastamı mutlaka bir psikoterapi ile paralel tedavi etmeyi tercih ediyorum, ayrıca bu hastanın karaciğeri alkolden dolayı büyük hasar görmüşse ona ek olarak karaciğeri destekleme amaçlı beslenme öneriyorum ve ayrıca ona özel çay hazırlayarak fitoterapiyi de homeopatik tedavime ekliyorum. Tabii ki bu arada çay karışımına homeopatik ilaçların etkisini ortadan kaldıracak bitkileri koymamaya dikkat ediyorum. 

Şiatsu, Yoga gibi tedavi şekilleri hemen hemen her homeopatik tedavimin destekleyicisi olabiliyorlar.

Benim için homeopatik tedavilerde doğa-insan analoğu ve buna bağlı olarak homeopatik ilacın ana maddesi ve hasta bağlantısı bir bütün içinde kavranmalıdır. Böylece hastayı ve verdiğim ilacı bütünden koparmamış oluyorum. Eğer ilacı sadece ilaç olarak ele alırsam, örneğin ökseotunu sadece viscum albüm olarak kullanırsam tedavi mantığı olarak bir ortodoks tıbba benzemiş olurum. Onun nasıl bir yaşam şekli gösterdiğini özümsemezsem kanser hücrelerinin gelişim şeklini anlamadan aynı zamanda kanser hastasının da karakteristik özelliklerini anlamadan onu tedavi etmeye çalışmış olurum. Bu bütünlüğü sağlayıp, hastayı da tedavi sürecine bütünleştirdiğim zaman hastada olumlu bilinç değişiklikleri gözlemliyorum. Hasta semptomlarına artık yok edilmesi gereken bir düşman değil de, aksine onun bir anlamı olduğunu düşünüyor ve hastalığı benimle beraber anlamaya / çözmeye çalışıyor. Bunu başardığımız zaman artık o semptomların kaybolduğunu gözlemliyoruz.

Benim homeopatik tedavilerimde ağırlık verdiğim nokta, kullandığım ilacın ana maddesini mümkün olduğunca (her ilaç için bu tabii ki mümkün değil) gidip doğada araştırmak ve konunun bütünle bağlantısını kafamda hep canlı tutmak. Bu doğrultuda yaptığım araştırmalar esnasında bitkileri fotoğraflama çabasındayım.

Op. Dr. Sinan GÖKER

Hocam, yaşım 61, öncelıkle öğrenmek ıstedıgım ,katarakt baslangıcı olan bır göze yapılacak amelıyatla sınırda olan goz tansıyonu dengelenır mı.Bu amel... devamı