Nedir?

Nedir?

Tropikal hastalıklar, tropikal veya alt tropikal bölgelere (nadirdir) özgü olan veya daha yaygın olarak tropikal bölgelerde daha çok görülen ya da önlenmesi veya kontrolü daha zor olan hastalıklardır. Tropik bölgeler iki sebepten dolayı belirli hastalıklar konusunda daha sorunludur: 1) Tropikal iklimler belirli hastalıklara karşı daha elverişlidir. 2) Fakirliğin ve ilkel temizlik durumlarının bulunduğu alanlar tropik bölgelerde daha fazladır. Tropikal ülkelerde sağlığın geliştirilmesiyle en çok ilgilenen kuruluşlar arasında Dünya Sağlık Örgütü ve Edna McConnell Clark Vakfı yer alır.

Bu konulara ilgi duyan okuyucular Ebola virüsüyle ilgili haberlere de ilgi gösterebilir.

En Çok Rastlanan Hastalıklar

Tropik Bölgelerde En Çok Rastlanan Hastalıklar

Güneydoğu Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın tropikal bölgelerinde en çok rastlanan hastalıklar arasında sıtma, şistozomiyaz, cüzam, filaryaz, tripanozomiyaz ve layşmanyaz yer alır. Etkili kemoterapi ve böcek ilaçları batı yarımkürede sıtma vakasını azaltmış ya da yok etmiş olsa da bu önlemler Asya’da daha az başarılı olmuştur. Enfeksiyon bulaştıran parazit ve taşıyıcı sivrisinek şu anki ilaçlara karşı direnç kazanmıştır ve tropik bölgelerde 200 milyon kişide sıtma rahatsızlığı bulunduğu tahmin edilmektedir. Aşağı Sahra Afrika’da beş yaş altı yaklaşık 1 milyon çocuk her yıl bu hastalıktan dolayı ölmektedir.     

Şistozomiyaz ılıman iklimlerde yaygın değildir; fakat rahatsızlık dünya çapında 125 kişiyi etkiler. Bu kişilerin %20’si rahatsızlık nedeniyle en azından kısmi olarak sakat kalır. Oldukça etkili yeni bir ilaç şimdi şistozomiyaz tedavisi için mevcuttur. Cüzam her zaman tropikal iklimlerde ılıman iklimlere oranla daha yaygındır ve dünyada 11 milyon kişide bu hastalık bulunur. Salgın bölgelerinde birçok ciddi cüzam vakası ilk olarak cüzama karşı kullanılan ilaçlara karşı direnç kazanmıştır ve daha yeni ve pahalı tedaviler uygulanmalıdır. Filaryaz yuvarlık kurt larvalarının neden olduğu yaygın ve güçsüzleştiren bir hastalıktır. Tek hücreli parazit enfeksiyonlarının sonucunda ortaya çıkan tripanozomiyaz, sadece Afrika’da 10 milyon kişinin hastalanmasına yol açmıştır. Güney Amerika’da benzer bir tek hücreli hayvan tripanozomiyazın daha az ölümcül bir türü olan Chagas hastalığına yol açar. Layşmanyaz da kurt enfeksiyonunun bir sonucudur, rahatsızlığın Asya ve Afrika’daki türleri iç organlara zarar verebilir.

Ek Sağlık Sorunları

Ek Sağlık Sorunları

Gelişmiş ülkelerde verem büyük ölçüde kontrol altında olsa da hastalık, dünyanın büyük bir bölümünde hala önemli bir halk sağlığı sorunudur ve yıllık olarak yarım milyon kişinin ölümüne neden olur. Ayrıca rahatsızlık Asya’nın %75’inde mevcuttur. Tedavisi bulunan fakat gelişmekte olan ülkelerde hala görülen hastalıklar arasında kolera, sarıhumma, ekvator frengisi ve amipli dizanteri yer alır.

İki kanser türü olan Burkitt lenfoma ve karaciğer kanseri sırasıyla Afrika ve Asya’da oldukça yaygındır ve ılıman iklimlerde nadir olarak görülür. Burkitt lenfomasının yaşamın erken dönemlerinde bir virüsün neden olduğu büyük bir enfeksiyon ve yetişkinlik döneminde sıtma birleşimi nedeniyle ortaya çıktığı düşünülür. Karaciğer kanseriyse hepatit B virüsünün neden olduğu enfeksiyon sebebiyle ortaya çıkabilir.

Tropikal ülkelerde 25 milyon kadar kişi önlenebilir hastalıklar nedeniyle kör kalır. Bu hastalıklar arasında beslenmedeki A vitamini eksikliği nedeniyle ortaya çıkan göz kuruluğu, onkoserkiyazis, yani nehir körlüğü, aynı zaman da göz konjunktivitini etkileyebilecek olan filaryal larvanın neden olduğu cilt enfeksiyonu ve Klamidya trachomatis parazit bakterinin yol açtığı kronik bir konjunktivit hastalığı olan trahomdur.

Son olarak 1970’li yıllar boyunca tanımlanan virüslerin yol açtığı bir dizi ciddi humma vakası tropikal bölgelerde baskın olarak saptanmıştır. Bu hastalıklar arasında Lassa, Ebola, Marburg, Bunya ve Chikungunya hummaları bulunur. Bunlardan bazıları hemoraji (hemorajik humma) nedeniyle ölümlere yol açar. Bu ailenin bir üyesi olan dengue virüsü birçok yıldır bilinir; fakat son zamanlarda Karayipler ve Meksika’ya yayılmıştır. Bütün bu hastalıklar nadir görülür.

Kötüleştiren Faktörler

Tropikal Hastalıkları Kötüleştiren Faktörler

Tropik bölgelerdeki hastalıkların ciddiyeti iklimsel etkiler kadar yaygın fakirlik ve kötü temizliğe de bağlıdır. Yani, düşük ulusal gelir nedeniyle gelişmekte olan birçok ülke çocuk felci, kızamık ve sarıhumma gibi hastalıkları önlemek için aşı alacak güce sahip değildir. Fakir ülkelerdeki 80 milyon çocuğun sadece %10’u difteri, boğmaca ve tetanosa karşı bağışıklığa kazanmıştır ve bu gibi ülkeler verem ve cüzama karşı ilaç dağıtacak güçte değildir. Fakirlik aynı zamanda kötü beslenmeye yol açar ve bu da kişileri hastalıklara karşı daha hassas hale getirir.

Özellikle kötü hijyen şartları koleranın yayılmasından sorumludur. Kötü hijyene bağlı olarak enfeksiyon bulaştırıcı ajanlar kirli atık sular yolu ile bulaşır; ve şistozomiyaza neden olan ara vektör, salyangoz kirli sularda yaşar.    

İklim doğrudan kötü beslenme riskini artıran tarımsal üretimi azaltarak tropikal bölgelerdeki hastalıkları daha ciddi hale getirir. Sıcak hava ve nemli ormanlar sıtma, sarıhumma, dengue ateşi, trahom, tripanozomiyaz ve onkoserkiyasiz rahatsızlıklarını bulaştıran sinek ve sivrisineklerin büyümesine daha doğrudan şekilde katkıda bulunur.

Sıtma

Sıtma

Guatemala’da bazen "frios" (üşümeyle ateş) olarak da adlandırılan sıtma özellikle kuşları, maymunları ve insanları etkileyen hayvan hastalığıdır. Hastalık Plasmodium sınıfından tek gözenekli hayvanın neden olduğu enfeksiyona bağlı ortaya çıkar, başlıca özellikleri üşüme hissi ve araklı ateştir. İnsan sıtmasının nedensel organizmaları Anopheles sınıfından 60 farklı sivrisinek türü ısırığıyla bulaşır. Hastalık diğer ılıman bölgelerin yanı sıra dünyanın her yerindeki alt tropikal ve tropikal bölgelerde de görülür. Artan böcek ilaçlarının kullanımına dayalı kontrol programlarının gelişimiyle sıtmanın dağılımı hızla değişmiştir. 1950 yılından beri sıtma neredeyse tüm Avrupa’dan ve Merkezi ve Güney Amerika’nın büyük bir bölümünden temizlenmiştir Hastalık Afrika ve güneydoğu Asya’nın bazı bölümlerinde önemli bir sorundur. Her yıl 100 milyon sıtma vakası oluşur ve bu vakaların 1 milyonu (%1’i) ölümcüldür.

İnsanlarda Sıtma

İnsanlarda sıtma dört türde görülür ve her birinin nedeni farklı parazit türüdür. Her bir türde belirtiler genellikle üşüme hissi, yüksek ateş ve terleme olarak ortaya çıkar. Tedavi edilemeyen durumlarda bu ataklar periyodik olarak tekrar ortaya çıkar. En hafif sıtma türü iyi huylu tersiyan (üç günde bir görülen) sıtmadır. Bu tür sıtmanın nedeni Plasmodium vivax virüsüdür. Yüksek ateş ilk atağın ardından her iki günde bir görülebilir (enfeksiyonun ardından iki hasta içerisinde ortaya çıkabilir). Plasmodium falciparum virüsünün neden olduğu şiddetli sıtma, kötü huylu tersiyan sıtma veya estivo-autumnal sıtma, sıtmaya bağlı ölümlerin çoğundan sorumludur. Hastalığın bu türündeki organizmalar genellikle beyindeki kan damarlarını tıkayarak koma, deliryum ve son olarak da ölüme yol açar. Plasmodium malariae virüsünün neden olduğu Kuartan sıtma tersiyan sırma veya şiddetli sıtmaya oranla daha uzun kuluçka süresine sahiptir; ilk atak enfeksiyonun kapılmasının ardından 18-40 gün arasında ortaya çıkmaz. Ataklar yaklaşık olarak her üç günde bir ortaya çıkar. Hastalığın dördüncü ve en az karşılaşılan türü Plasmodium ovale virüsüne bağlı ortaya çıkar ve tersiyan sıtmayla benzerlik gösterir. Hastalığın bütün türlerinde periyodik yüksek ateş, bazı kişilerde daha az düzenli aralıklarla ortaya çıkabilir.

Sıtmanın kuluçka döneminde, tek hücreliler karaciğerdeki hücrelerde büyür; ilk ataktan birkaç gün önce organizmalar gelişim dönemlerinde yok ettikleri kırmızı kan hücrelerini istila eder ve tipik ateşli atağa yol açar.

Sıtmanın Geçmişi

1638 yılından itibaren sıtma, kinin olarak bilinen sinkona ağacının kabuğundan alınan özle tedavi edilir. Bir şekilde toksik olan kinin tek hücrelilerin kanda büyümesini bastırır. 1930 yılında Alman kimyacılar kinine oranla daha etkili ve daha az toksik olan Atabrini sentez haline getirir. 1945 yılında 2. Dünya Savaşı’nın sonunda mevcut hale gelen yeni bir ilaç olan klorokinin şiddetli sıtmayı önlediği ve iyileştirdiği, Atabrin ve kinine oranla diğer sıtma türlerini bastırmada daha etkili olduğu ortaya konur. Bu ilaç, önceki ilaçlara oranla daha az toksik etkiye sahiptir ve daha az sık dozlarda da etkilidir.

Son zamanlarda şiddetli sıtmaya neden olan Plasmodium falciparum türleri klorokin ve diğer sentetik sıtma karşıtı ilaçlara karşı direnç göstermiştir. Bu türlere en sık Vietnam ve aynı zamanda Malay yarımadası, Afrika ve Güney Amerika’da rastlanır. Kinin hala sentetiklere karşı dirençli olan Plasmodium falciparum türleri için kullanılan ajandır. İlaçlara dirençli parazit türlerinin ortaya çıkmasının yanı sıra bazı vektör sivrisineklerin (Anophelines) DTT gibi böcek ilaçlarına direnç göstermesi belirti tropik bölgelerde sıtmanın artış göstermesine yol açmıştır. Sonuç olarak sıtma Asya ve Merkezi Amerika’ya seyahat eden Batı Avrupalı turistler ve bu bölgelerden gelen mülteciler arasında artış göstermiştir.

Son zamanlarda sıtma aşısı gelişimine ilişkin çalışmalar ilerlemektedir. Şu anda birkaç aşı adayının gönüllü kişiler üzerinde güvenliği ve etkili üzerine klinik deneyler yapılmaktadır ve bilim insanları genel dağıtım amaçlı aşılar geliştirmeyi dört gözle beklemektedir.

Kolera

Kolera

Kolera Hindistan ve diğer tropik ülkelerde salgın olan ciddi bir bulaşıcı hastalıktır ve bazen ılıman iklimlere de yayılır. Kolera belirtileri arasında ishal, dışkıyla su ve tuz kaybı yer alır. Ciddi kolera vakalarında hasta,  “pirinç suyuna benzeyen dışkı”, kusma, susuzluk, kas krampları ve bazen dolaşım sisteminin çökmesi gibi özellikler taşıyan şiddetli ishal geçirir. Belirtilerin başlamasının ardından birkaç saat kadar kısa süre içinde ölüm gerçekleşir. Ölüm oranı tedavi edilmeyen vakalarda %50’den fazladır; fakat doğru tedaviyle %1’e düşer.    

Koleraya neden olan ajan Vibrio cholerae bakterisidir. Bu bakteri 1883 yılında Alman doktor ve bakteriyolog Robert Koch tarafından keşfedilmiştir. Aslında kişi sadece kolera hastalarının dışkılarında bulunan bakteriyle kirlenen gıda ve sular yoluyla enfeksiyon kapar. Bu nedenle hastalığın önlenmesi temizlik meselesidir. Kolera salgını 19. yüzyılda hızla Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır; fakat su tedarikinin gelişmesinin ardından bu bölgelerde tekrar gözlemlenmemiştir.

Hastalığın kontrolü birçok Asya ülkesinde önemli bir tıbbi sorundur. Dünya Sağlık Örgütü az gelişmiş ülkelerdeki nüfusun %78’inin temiz suya sahip olmadığını ve %85’inin de dışkı atık boşaltımı olmadığını tahmin etmektedir. Kolera salgını 1953 yılında Hindistan’ın Kalküta şehrinde; 1964-1967 yılları arasında Güney Vietnam’da; 1971 iç savaşında Hindistan’a kaçan Bangladeşli mülteciler arasında; 1991 yılında Peru’da ortaya çıkmıştır. 1971 salgınında 6500 kişi ölmüştür.

Tedavi temelde damar içi veya oral yolla vücuda su ve tuz verilmesidir. Doğru oranda sodyum, potasyum, klorür, bikarbonat ve glikoz içeren dilüzyon paketleri Dünya Sağlık Örgütü tarafından büyük çapta dağıtılmaktadır. Çoğu hasta üç ile altı gün arasında iyileşir. Tetrasiklin, ampisilin, kloramfenikol ve trimetoprin-sulfametoksazol gibi antibiyotikler hastalığın süresini kısaltabilir.

Ölü bakterilerden elde edilen aşı ticari olarak mevcuttur ve bağışıklığın ardından üç ile altı ay arasında kısmi koruma sağlar. Deneysel çalışmalar kolera bakterisinin ince bağırsağın fazla miktarsa sıvı salgılamasına neden olan bir toksin ürettiğini ve bunun da hastalığın sıvı kaybı özelliğine yol açtığını göstermiştir. Bu aktif olmayan toksin içeren aşılar üzerinde çalışmaları başlatmıştır. Toksin üretmelerini engellemek için değiştirilen canlı bakteri içeren aşı geliştirmek için girişimler yapılır.

Dizanteri

Dizanteri

Dizanteri ciddi karın kramplarıyla birlikte genellikle kan ve mukus içeren sürekli az, sulu dışkı atılımı özelliklerini taşıyan, insanların kalın bağırsağını etkileyen akut ya da kronik bir rahatsızlıktır. Bağırsak duvarlarında ülser oluşabilir. Çoğu ciddi ishal vakası dizanteri olarak adlandırılsa da sözcük aslında kalın bağırsağı etkiyen Entamoeba histolytica amoeba veya bir basilin neden olduğu hastalığı tanımlar.

Amipli Dizanteri  

Entamoeba histolytica parazitinin neden olduğu amipli dizanteri birçok tropikal ülkede salgındır; fakat sıcaklıktan çok hijyenik olmayan durumlarla ilgilidir. Filipinlerde, Malay Adalar Denizi ve Batı Hint Adalarında en yaygın dizanteri türüdür; fakat Birleşik Devletler dahil hemen hemen bütün ılıman iklimlerde de görülür.

Amipli dizanteri en yaygın olarak su veya kirli, pişirilmemiş gıdalar veya taşıyıcılar yoluyla bulaşır. Sinekler kistleri taşıyabilir ve enfeksiyonlu insanların dışkılarından gelen amipleri gıdalara bulaştırabilir.

Metronidazol, ementin veya iyot içeren ilaçlar dahil farklı ilaçlar ciddi vakaların tedavisinde faydalıdır. 

Basilli Dizanteri

Basilli dizanterisinin nedeni Shigella sınıfından nonmotil (hareketsiz) bakteridir. Bu tür dizanteri aynı zamanda tropik bölgelerin hijyenik olmayan alanlarında da oldukça yaygındır; fakat hastalık kolayca yayıldığından rastgele salgınlar dünyanın her yerinde yaygındır. Bu dizanteri genellikle kendini kısıtlayan dizanteridir ve nadiren amipli dizanterinin özelliği olan daha ciddi organları içerir. Basilli dizanteri kirli su, süt ve gıdalar yoluyla yayılır. Aktif bölgelerdeki ve sağlıklı taşıyıcılardan gelen dışkılar önemli sayılarda hastalık üreten bakterileri içerir. Sinekler bakterileri ayaklarında veya salya ve dışkılarında taşır, bu da bakterileri gıdalara bulaştırır; karıncaların da hastalığı yaydığına inanılır.  

Basil dizanteri tedavisinde vücuda sıvı verilmesi önemlidir. Sülfonamidler, tetrasiklin ve streptomisin ilaca dirençli türler ortaya çıkana kadar akut vakaların iyileştirilmesinde etkilidir. Kloramfenikol bazen bu türlerin tedavisinde kullanılır. Norfloksazin ve siprofloksazin gibi kuinolonlar Shigella enfeksiyonuna karşı etkilidir.

İshal: Tropik bölgelerde ishalin nedeni fazladır ve viral veya bakteriyel enfeksiyonlar, amipler, giyardiya, gıda zehirlenmesi ve kurt istilası (kurtlar nadiren ishale neden olsa da) bu sebepler arasındadır. Bütün bu sebepler gıda ve su kaynaklarının dikkatli şekilde seçilmesiyle engellenebilir. İyi pişirilen, tekrar ısıtılmayan gıdaları yiyin. Meyve ve sebze gibi bütün çiğ gıdalar iyice yıkanmalı ve kabukları soyulmalıdır. Sadece kaynatılan, filtreden geçirilen veya iyot/klorür bileşenleriyle iyileştirilen suları için.

İshal olduysanız, ne yapmanız gerekir?

Çoğu durumda ilaç tedavisi gerekli değildir. En önemli nokta et suyu, tatlandırılmış içecekler veya oral rehidrasyon tuzlarıyla hastaya yeterli miktarsa sıvının verilmesidir (evde yapılan versiyonu: bir litre temiz suya 1/2 tatlı kaşığı tuz ve şeker). Hasta yemeğe başladığında hastaya az miktarda pirinç, kraker, muz ve patates gibi hafif gıdalar verin.

Ne zaman özel tedavi gerekir?

Eğer ishal kanlıysa ve/veya mukusla ilişkilendiriliyorsa, yavaş gelişiyorsa ve yüksek ateş içermiyorsa amipler nedeniyle ortaya çıkabilir.

Eğer ishal sarı ve köpüklüyse, karında gaz sorunu varsa ama yüksek ateş yoksa nedeni giyardiya (mikroskobik bağırsak paraziti) olabilir.

Tıbbi yardım almak ne zaman önemlidir?

1)Yüksek ateşle ilişkilendirilen ani kanlı ishal durumunda. 

2) Fazla miktarlarda “pirinç suyu” benzeri dışkı antibiyotik tedavisi ve vücuda hızla su verilmesini gerektiren kolera belirtisi olabilir. 

3) Kusmayla ilişkilendirilen ishal kişi eğer sıvı tutamıyorsa ciddi olabilir; çocuklar bu durumda özellikle susuz kalma riski altındadır.

4) Herhangi bir durumda ishal 4 günden fazla sürerse ve iyileşme gözlenmezse veya hasta oldukça susuz görünüyorsa (kuru ağız, az veya hiç idrar, “gevşek” cilt) derhal yardım isteyin.

Bağırsak Kurtları

Bağırsak Kurtları

Yuvarlak kurtlar

Yuvarlak kurt ve nematod bölümlere ayrılmamış karasal, taze su veya deniz kurtlarının bütün filumlarının genel adıdır. Yuvarlak kurtlar hemen hemen dünyanın her yerinde ve toprak katmanlarının yüzeyinde oldukça bol miktarda bulunur. Bu kurtların çoğu ekonomik ve medikal olarak zararlıdır insanlar da dahil hayvanlarda ve bitkilerde bulunur. Yuvarlak kurt enfeksiyonları yaygındır ve çoğu zaman fark edilmez; fakat birçok türü ciddi hastalıklara yol açar.

Yuvarlak kurtlar silindir şeklindedir ve gittikçe incelir. Oldukça basit vücutları olan bu hayvanlar içte bağırsak ve psödosel olarak adlandırın sıvı dolu boşlukla ayrılan kaslı dış duvar içerir. Dış duvar hayvanın yaşamı boyunca dört kere değişen elastik bir üst deri salgılar. Türlerin boyutları mikroskobikle 10 cm arasında değişir. Çoğu tür ayrı cinsiyetlere sahiptir; fakat birkaçı çift cinsiyetlidir; döllenme içte gerçekleşir. Yetişkinlere benzeyen genç yuvarlak kurtlar başkalaşım geçirmeden gelişir.

Bilinen yaklaşık 12000 türün sınıflandırılması (bilinmeyen binlerce tür olduğundan şüpheleniliyor) hayvanbilimciler arasında tartışma konusudur. Birçok hayvanbilimci Gordian kurtlarını alt sınıf olarak görürken diğerleri bu kurtları ayrı bir grup olarak sınıflandırır. Birçok yuvarlak kurt serbest yaşasa da parazit türler en büyük ekonomik ilgidir. Önemli bir grup olan askaroid nematodlar kıl kurtlarını ve köpek yavrularında yaygın olan kurtları içerir. Diğer bir grup, ketenin kök boğumunu oluşturan sirke kurtlarını ve buğday kurtlarını üreten türleri içerir. Medikal açıdan önemli yuvarlak kurtlar olan diğer bir tür, kancalı kurt diye bilinen farklı cinsleri, fil hastalığı diye bilinen filaryayı, trişinoza neden olan trişin kurtlarını ve insan bağırsaklarını istila eden kamçı kurtlarını içerir.  

Yuvarlar kurtlar filum Nematoda’yı oluşturur. Kıl kurtları Ascaris sınıfına aittir. Köpek yavrularında bulunan genel kurtlar Toxocara canis olarak sınıflandırılır. Sirke kurdu Heterodera sınıfına aittir. Buğday kurdunu üreten türler Tylenchus sınıfına ve trişin kurtlar Trichinella sınıfına aittir. İnsan kamçı kurtları Trichuris trichiura olarak sınıflandırılır.

Yassı kurtlar

Yassı kurtlar yumuşak vücutlu, genellikle parazit ve başlı en basit hayvanların genel adıdır. Bu kurtlar iki taraflı olarak simetriktir ve bir miktar düzdür. Ayrıca bu kurtların çoğu uzundur. Üç ana sınıf yassı kurt filumda yer alır: Yetişkinlik dönemindeki bağırsak kurtları hayvanların sindirim yolunda parazit olarak yaşar; şerit kurtlar farklı hayvanların çeşitli bölgelerinde parazit olarak yaşar, planaryalar serbest yaşar ve parazit değildir. Bazı otoriteler bir grup bölünmemiş deniz kurtlarını da bu sınıfa dahil eder. Diğer otoriteler bunları ayrı bir filum olarak görür.

Serbest yaşayan yassı kurtların ektodermi (dış yüzeyi) genellikle tüylerle kaplıdır; parazit türlerde ektoderm genellikle üst deri olarak adlandırılan kalın bir madde üretir. Epidermisin (cilt katmanı) hemen altında bulunan iyice gelişmiş bir kas sistemi vücudun genişleyip büzülmesine yardımcı olur; böylece vücut şekli önemli ölçüde değişir.

Serbest yaşayan türlerde bazen parlak pigmentasyon olabilir; fakat parazit türler genellikle pigmentli değildir. Yassı kurtlarda gerçek vücut boşluğu yoktur; organlar arasında bulunan boşluklar parankima olarak adlandırılan kompakt bağ dokusuyla doludur. En basit türler hariç, vücudun bir ucu duyu algılamada daha gelişmiştir ve hareket gelişmenin bulunduğu yöne doğru gerçekleşir. Ağız ve genital aralıklar karın (alt) bölgesindedir. Karın bölgesi varsa, sindirim yolu ya keseye benzer ya da dallıdır ve sadece bir aralığa sahiptir. Bu aralıkta şerit kutlarında olduğu gibi emme organı bulunabilir veya birçok planaryada olduğu gibi bu bölge çok gelişmiş bir gırtlak olabilir. Sinir sistemi büyük sinir düğümü (beyin) ağından ve başlıca bölgeleri oluşturan çeşitli boylamasına sinirlerden oluşur.

Serbest yaşayan türlerde ve parazit türlerin larvasında duyusal tüyler ve göz lekeleri olabilir. Yassı kurtlar kan veya damar sistemi içermez. Flam hücreler olarak adlandırılan tüy içeren hücreler boru ağıyla iç bölgeden dış bölgedeki bir veya birden fazla aralığa kadar uzanır. Bu yapılar birlikte salgı sistemini oluşturur. Üreme sistemi oldukça karmaşıktır ve hayvanın iç kesiminin büyük bir bölümünü kaplar. Yassı kurtların nereyse hepsi çift cinsiyetli olsa da (her bireyde hem erkek hem de kadın organı bulunur) yumurtalar ve spermler ayrı oluşur. Bu üreme hücreleri ya vücudu farklı aralıklardan terk eder ya da genital atriyum adı verilen ortak odacığa girer. Yassı kurtlar aynı zamanda hem ikiye bölünerek, yani ikiye bölünmek için kendilerini çimdikleyerek hem de kesilen bir parçadan tamamen yeni bir kurt oluşturarak yani yenilenmeyle aseksüel olarak üreyebilir.    

Serbest yaşayan yassı kurtlar kara, taze ve tuzlu su olmak üzere hemen hemen her türlü çevrede bulunur. Bu türler genellikle planktonlarda beslenir. Parazit yassı kurtlar genellikle tamamlanmadan önce dört veya beş taşıyıcıda gelişim gerektiren karmaşık bir yaşam çemberi sergiler.

Yassı kurtlar Platyhelminthes filumu oluşturur. Kıl kurtları Cestoda sınıfını oluşturur. Şerit kurtlar Trematoda sınıfını oluşturur. Planaryalar Turbellaria sınıfını oluşturur.

Bağırsak kurtlar Merkezi Amerika yerlileri ve bu bölgeye seyahat eden kişiler için yaşamın bir gerçeğidir. Hastalığın önlenmesi tek çözümdür. Birçok kişi hastalığı kirli gıda ve su yoluyla bulaştırır. Bu kaynakların temizliği garanti altına alınmalıdır. Diğer kişilerse rahatsızlığı az pişirilmiş et veya balıklar yoluyla kapar. Sadece iyi pişmiş gıdaları tüketim. Bununla birlikte bazı kişiler hastalığı çıplak ayak yoluyla kapabilirler. Bu nedenle her zaman ayağınıza ayakkabı giyin.

Çoğu bağırsak kurdu vakası belirtilerle ilişkilendirilmez.

Dengue Ateşi

"Kemik kıran ateşi” olarak da adlandırılan Dengue ateşi ateş, eklem ve kaslarda ciddi ağrılar ve deri döküntüsü özelliklerini taşıyan bulaşıcı tropikal bir hastalıktır. Hastalığın nedeni kişiden kişiye Aëdes sivrisinekleriyle bulaşan filtre edilebilir bir virüstür. Dengue ateşi tropik bölgelerin bazı yerlerinde salgındır ve hem tropikal hem de ılıman iklim bulunan bölgelerde salgın olarak görülmüştür. Hastalık nadiren ölümcüldür ve genellikle 6-7 gün içerisinde geçer; fakat iyileşme yavaş gerçekleşir. Dengue ateşi için belirli bir tedavi yöntemi yoktur.

Dengue Ateşi

Dengue Ateşi

"Kemik kıran ateşi” olarak da adlandırılan Dengue ateşi ateş, eklem ve kaslarda ciddi ağrılar ve deri döküntüsü özelliklerini taşıyan bulaşıcı tropikal bir hastalıktır. Hastalığın nedeni kişiden kişiye Aëdes sivrisinekleriyle bulaşan filtre edilebilir bir virüstür. Dengue ateşi tropik bölgelerin bazı yerlerinde salgındır ve hem tropikal hem de ılıman iklim bulunan bölgelerde salgın olarak görülmüştür. Hastalık nadiren ölümcüldür ve genellikle 6-7 gün içerisinde geçer; fakat iyileşme yavaş gerçekleşir. Dengue ateşi için belirli bir tedavi yöntemi yoktur.

Sarıhumma

Sarıhumma

Sarıhumma bir virüsün neden olduğu ve ciddi vakalarda yüksek ateş ve sarılık özelliklerini taşıyan, edilen bulaşıcı olmayan geçici bir rahatsızlıktır. Sarıhummanın temelde sadece insan hastalığı olduğuna inanılırdı; fakat araştırmacılar hastalığın maymunlar ve diğer hayvanları da etkilediğini ortaya koymuştur. Afrika ve tropikal Amerika’daki hastalıklı maymunların birincil enfeksiyon kaynağı olduğu ve taşıyıcı sivrisineklerin enfeksiyonu insanlara bulaştırdığı düşünülüyor. İnsanlarda düzensiz ortaya çıkan bu hastalık türü şiddetli sarıhumma adı verilir. Eğer enfeksiyonlu kişi kalabalık bir alana giderse, insanların yerleşim yerlerinde yaşayan ve yarı domestik olan Aëdes aegypti gibi sivrisinekler tarafından ısırılabilir. Bu sivrisinekler insanların kanında beslenir ve şehirlerdeki sarıhumma salgınlarının temel ajanlarıdır.

Tarihi

Hastalığın ilk olarak Afrika’da ortaya çıkmış olma ve ardından köşe ticareti zamanında Amerika’ya gelmiş olma ihtimali var. Hastalık tıbbi terimlerde ilk olarak 17. yüzyılda Meksika Yucatan Yarımadası’nda salgın gözlemlendiğinde tanımlandı. Son olarak sarıhumma ABD, İspanya ve diğer ülkelere yayıldı. 

1881 yılında Kübalı doktor Carlos Finlay sarıhummanın sivrisinek ısırıklarıyla bulaştığı hipotezini ileri sürdü.  Finlay''in teorisi farklı araştırmacıların çalışmalarıyla 1901 yılında doğrulandı. B araştırmacıların arasında ajanın virüs olduğunu kanıtlayan Amerikalı Walter Reed yer aldı.  Hastalık sivrisineklerin ürediği yerlerin boşaltılması ve enfeksiyonlu bölgelerden gelen gemilerin karantinaya alınması dahil ileri hijyen yöntemleriyle kontrol altına alınmıştır.

Belirtileri

Sarıhummanın kuluçka dönemi üç ile altı gün arasındadır. Ciddi vakalarda hastalık aniden başlar ve baş ağrısı, sırt ağrısı ve yüksek ateş gibi tipik belirtiler ortaya çıkar. Hastalığın ilk aşaması mide bulantısı, kusma ve idrarda albümin özellikleri taşır. Ateşin yükselmesinin ardından vücut ısısı genellikle normale döner; fakat dördüncü veya beşinci günde vücut ısısı tekrar yükselir. Bu ikinci aşama sarılık, mukozadan gelen hemoraji, kan kusma (sarıhummanın sözde kara kusma özelliği) ve karaciğer, böbrek ve kalpte yağlı dejenerasyonla tanımlanır. Karaciğer hücrelerinin yok olması ciltte hastalığa adını veren sarı safra pigmentasyonuna yol açar. Ölümler genellikle hastalığın başlamasının ardından dört ila sekiz gün sonra görülür. Kendiliğinde iyileşme vakalarında iyileşme hızlıdır; bununla birlikte sarılık belli bir süre devam edebilir. Hastalık tekrar ortaya çıkmaz. Tek bir saldırı yaşam boyu bağışıklık kazandırır.

Önleme

Sarıhumma için bilinen bir tedavi yöntemi yoktur. 1939 yılında Güney Afrikalı doktor Max Theiler hastalığa karşı bağışıklık kazandıran bir aşı geliştirdi. Bugün aşı salgın bölgelerine ve dünyanın diğer yerlerine seyahat eden kişiler için gereklidir.

Şistozomiyaz

Şistozomiyaz

Şistozomiyaz veya Bilhariyaz Schistosoma sınıfından kan kurtları adı verilen kurtların insan vücudunu istila etmesiyle ortaya çıkan yaygın bir hastalıktır. Birçok tropikal ve altı tropikal ülkelerde bu kurtlar ciddi hastalıklara neden olur; bu kurtlar yaygın olmalarına rağmen nadiren ılıman iklimlerde hastalığa yol açar. Dünya çapında 150-200 milyon kişinin kan kurtlarının neden olduğu bu hastalığa yakalandığı tahmin edilmektedir. Kan kurtları yaşam çemberlerinin büyük bölümünü iki taşıyıcıda geçirir; yetişkin aşaması genellikle insanlar olmak üzere memeli hayvanlarda geçirilir ve toyluk aşaması belirli solucanlarda geçirilir. Taşıyıcıdan salınan yumurtalar taze sularda larva şeklinde çatlar; larva, mirasidyum taze sulardan ara taşıyıcı olarak görev yapan solucanı istila eder. Parazitin larva türü solucanda kısmi dönüşüm geçirir; ardından tekrar suya karışır. Olgun larvaya serkarya adı verilir. Bu aşamada bu parazitler sudan taşıyıcının cildine girer ve ardından olgunlaşma tamamladığında kan damarlarından belirli kılcal damarlara ilerler. Parazitler burada kalır ve yumurta bırakır. 

Kan Kurtlarının İnsanlardaki Etkileri

Üç tür ciddi hastalık üretir. Bunlar S. hematobium, S. mansoni, ve S. Japonicum’dir. Bu türler tropik bölgelerde ve doğu ülkelerinde bulunur. Sekiz türün daha özellikle Michigan, Wisconsin ve Kanada’da Manitoba olmak üzere genellikle yüzücü veya kaşıntısı olarak bilinen ciltte kızarıklığa neden olduğu bilinmektedir. Burada sadece ciddi hastalıklara yol açan türler verilmiştir.

Mısırlı kan kurdu, S. hematobium, ilk olarak Alman doktor Theodor Bilharz tarafından 1851 yılında tanımlanmıştır. Yetişkin erkek kurtlar 1,5 cm uzunluğundadır; yetişkin dişiler ise biraz daha uzundur ve erkeklere oranla çok daha incidir. Mısırlı kan kurdunun serkariası kişi enfeksiyonlu suda banyo yaparken cildi ve mukozayı deler. Son olarak kurtlar idrar kesesindeki küçük damarlara ve kılcal damarlara ulaşır. Kurtlar burada çiftleşir ve yabancı proteinler olarak görev yapan, idrar kesesi duvarlarında ciddi iltihaplı reaksiyonlara neden olan ve idrar kesesinin içerisine doğru ilerleyen yumurtaları bırakır. Bu süreçte kanlı idrara ve idrara çıkma esnasında ağrıya neden olan hemoraji oluşur. Yumurtalar mikroskobik incelemede idrarda bulunabilir.

Rektal kan kurdu, S. mansoni, ve Japon kan kurdu, S. japonicum kalın bağırsak ve karaciğerdeki kan damarlarında yoğunlaşır. Bazıları karaciğerdeki portal damarlara taşınır ve burada karaciğer ve dalağın genişlemesiyle birlikte iltihaplanma ve yara izleri oluşur. Karaciğere ilerleyen kan akışının engellenmesi nedeniyle özellikle yemek borusunda (özafagus varisler) olmak üzere damarlarda genişlemeler olur. Bu damarlar genellikle çatlar ve ciddi hemoraji vakaları ortaya çıkar.

Tedavi

Tedavi edilmeyen şistozomiyaz genellikle ölüme yol açar. İlk atak iyi hijyen ve kurtların temizlenmesiyle engellenebilir. 1982 yılına kadar hastalıklı kişilerin tedavisinde kullanılan farklı ilaçların hiçbiri tamamen etkili olmamıştır ve ciddi yan etkilere neden olmuştur. Ardından alışılmamış yeni bir ilaç olan prazikuantel oldukça yaygınlaşmıştır. Aynı günde tek bir doz veya birkaç doz olmak üzere ağız yoluyla alınan prazikuantel hiçbir ciddi yan etkiye neden olmadan S. mansoniS. japonicum ve S. Hematobium parazitlerine karşı etkilidir. Prazikuantel kurt hücresi mukozasının kalsiyum iyonlarına karşı olan geçirgenliğini artırır ve bu da kas sisteminde ciddi kasılma ve felçlere neden olarak çözülmelere yol açar.

Cüzam

Cüzam

Cüzam, diğer bir deyişle Hansen Hastalığı özellikle cildi, mukozayı ve sinirleri etkileyen kronik, bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalığa verem yol açan basille benzerlik gösteren çubuk şeklindeki Mycobacterium leprae basili yol açar. Cüzam basili ilk olarak 1874 yılında Norveçli doktor Gerhard Henrik Armauer Hansen tarafından tanımlanmıştır.

Hem eski hem de yeni Ahit’te cüzam adı cüzamla ilişkili olmayan bazı fiziksel sağlık durumları için kullanılır. Bu sağlık durumları günahları nedeniyle Tanrı’dan gelen bir cezalandırma olarak düşünülür. Kurbanın iffetsizlik durumunda olduğu söylenir. Bu İbranice terim daha sonra leprosi (cüzam) kelimesinin oluşturulduğu lepros olarak çevrilmiştir.

Hastalık muhtemel kökeni olan Hindistan’daki İndus Vadisinden Akdeniz’e ve Kuzey Afrika’ya yayılmıştır; tüm Avrupa hastalıktan etkilenmiştir. Hastalık şimdi daha az yaygındır. Dünya nüfusunun %5’inden daha az bir miktarının duyarlı olduğu tahmin edilir. Hastalık beslenmenin kötü olduğu ülkelerde daha fazla görülür.

Bilim insanları deneysel hayvanlarda tipik cüzam üretmede başarılı olamamıştır. Bununla birlikte organizma armadillolarda büyütülebilir ve birkaç laboratuvar test tüplerinde geliştirilen cüzamı kayıtlara geçirmiştir.

Gelişmiş ülkelerde bilinen yaklaşık 5500 cüzam vakası vardır ve yıllık yaklaşık 200 yeni vaka bildirilir. Kuzey yarımkürede yaklaşık 336000 vaka kayıtlara geçmiştir; dünya çapındaysa 5,25 milyon kayıtlı vaka vardır ve tahmin edilen 10 milyon hasta bulunmaktadır.

Türleri

Cüzam belirtilerine ve histopatolojiye (hastalığın etkilediği doku hücrelerindeki anormallikler) göre lepromatöz tür (genel tür) tüberküloit tür (yerel tür) veya iki şekilli tür (borderlein tür, yani tüberküloit ve lepromatöz arasındaki tür) olarak sınıflandırılır. Tüberküloit formun gelişimiyle hastalığa karşı güçlü bir direnç gösterilmiştir. Organizmalara karşı olan direnç eksikliği sadece çevresel sinirlere değil aynı zamanda cilde, uzuvlara, mukozaya ve gözlere de saldıran lepromatöz forma yol açar.

Belirtileri

Hastalığın ilk belirtisi genellikle ciltte bir bölgede anestezi, yani his kaybıdır. Lepromatöz türede geniş cilt bölümü etkilenebilir. Burun, ağız ve boğaz mukozası büyük sayıda organizmalar tarafından saldırıya uğrayabilir. Sinirlere gelen hasarlar nedeniyle kaslar felç geçirebilir. Sinirlerin yok olmasına neden olan his kaybı fark edilmeyen sakatlıklara yol açabilir. Bu ikincil enfeksiyonlara, sağlıklı dokuların yerini yara dokularının almasına veya kemiklerin emilimine neden olabilir. Kemik hasarları nedeniyle uzuv kaybı veya katı nodüllü bir ciltle aslan benzeri bir görüntü olarak tanımlanan sözde leonine facies ileri boyutlardaki hastalığın belirtisidir; fakat şimdi etken tedaviyle önlenebilir.

Tedavi

Şolmgra yağı kullanımı yıllar boyunca sabit cüzam tedavisiydi. Bugünlerde tedaviler arasında dapson, rifampin ve klofazimin gibi ilaçların kullanımı ve yeterli beslenme koşulu yer alır.

Eğer fazla sayıda basil hızla yok edilirse sistematik bir reaksiyon ortaya çıkabilir. Eritema nodozum leproz, kısaca ENL olarak adlandırılan bu reaksiyon sinirlerin yavaşça zayıflamasına neden olabilir. Kortikosteroidler bu gibi reaksiyonları kontrol altına alır.

Cüzam bulaşıcı hastalıkların belki de en az bulaşanıdır. Bugün yeni teşhis konulan hastaların çoğu izole şekilde yaşamaz. Çoğu hasta ayakta tedavi edilir. Cüzam aşısı halen gelişme halindedir.

Flaryaz

Filaryaz

Filarya insanlar dahil omurgalı hayvanlarda parazit olarak yaşayan kıl kurtlarının genel adıdır. Birçok filarya bir arada filaryaz olarak bilinen hastalığa neden olur.    

Yaşam Çemberi

Filaryal kurtların yaşam çemberi omurgalılar ve genellikle böcekler olan eklem bacaklılar olmak üzere iki taşıyıcıya bağlıdır. Yetişkin kurtlar ince ve şeffaftır. Erkek kurtlar genellikle dişilerin yarısı kadardır. Basit bir sindirim kanalı vücudun bir ucu olan anal bölge yakınına açılır; dişilerde iki tüp bulunur ve bu tüpler rahmi kapsayan ön vajinaya açılır. Yumurtalar rahme doğru ilerledikçe gelişir. Yumurtalar salındığında 0,008 cm uzunluğunda mikrofilarya veya ufak kurtçukları içerir. Her bir kurtçuk zarın içerisindedir. Taşıyıcının çevresel kan sistemine giriş yapan mikrofilaryalar böceklerin midesinde zarflarını açar ve böceklerin göğüs kafeslerine girer. Burada tekrar gelişim geçiren genç kurtlar böceğin diline ilerler. Böcek tekrar omurgalıların kanından beslendiğinde, mikrofilaryalar ikinci taşıyıcının cildine kaçar ve böceğin diliyle açılan delikten veya derialtı dokulara işleyerek kana girer. Birçok mikrofilarya daha da ileriye gider; fakat bazıları çevredeki kılcal damarlara ulaşır ve dolaşım sistemi yoluyla son olarak yetişkin kurtlar haline geldikleri lenf damarlarına, lenf boşluklarına ve salgı bezlerine ulaşır.

Türleri

Afrika, İspanya, Güney Amerika, Doğu Asya, Karayiler, Pasifik adalarının bazı bölgelerinde ve Güney Caroline’nin Charleston bölgesinde salgın olan filaryaların boyutu 10 cm’yi bulur. Enfeksiyon ya klinik belirtilere neden olmaz ya da birkaç şekilde ortaya çıkabilir. Tıbbi açıdan en önemli belirti lenfanjit veya elefantiyazis olarak adlandırılan lenf damarı iltihaplanmasıdır. Polinezya dışındaki bütün bölgelerde mikrofilaryalar geceleri periferik kanda bulunur. Bu saatler sivrisineklerin ve diğer kurt bulunduran böcek taşıyıcıların beslenme zamanıdır. Bu böceklerin geceleri ortaya çıkma durumlarını açıklamak için birçok teori geliştirilmiştir. Bu teorilerden en çok kabul göreni kalp atışlarının geceleri yavaşlayarak mikrofilaryaların kılcal damarlarda kalmasına yardımcı olmasıdır.

Bağ dokularında ve konjunktivitte bulunan göz kurdu Calabar şişmeleri olarak adlandırılan geçici şişliklerle tanımlanan loaiazis iltihaplı hastalığına yol açar. Afrika’nın batı sahillerine özgü olan bu kurt sineklerin ısırmasıyla bulaşır. Guinea kurdu Afrika ve Asya’da bulunan bir parazittir. Kurt 3 metreye kadar büyüyebilir ve genellikle ağrılı tümörlere, su kabarcıklarına ve çıbanlara neden olur. Mikrofilaryalar suya salınır ve küçük kopepodlar tarafından yenir. Bu hastalık enfeksiyonlu kopepodları içeren suların içilmesiyle bulaşır.

Diğer bir filarya Afrika ve Merkezi ve Güney Amerika’da yaygın olan nehir körlüğü, yani onkoserkiyaza neden olur. Onkoserkiyaz ciltte tahrişe ve nodüllere yol açar ve görünen o ki yuvarlak kurtların metabolik yan ürünlerinin etkisiyle körlüğe neden olabilir.

Filarya Nematoda sınıfına aittir. Afrika, İspanya, Güney Amerika, Doğu Asya, Karayip adaları, bazı Pasifik adalarının bazı bölgelerinde ve Güney Caroline’nin Charleston bölgesinde salgın olan filaryalar Wuchereria bancrofti olarak sınıflandırılır. Göz kurdu Loa loa, Guinea kurdu Dracunculus medinensis  ve onkoserkiyazise neden olan filarya Onchocerca volvulus olarak sınıflandırılır.

Tripazonomiyaz

Tripanozomiyaz

Trypanosoma sınıfından tek hücreli kan parazitlerinin neden olduğu tripanozomiyaz, yani uyku hastalığı endemiktir, bazen salgın ve kronik olabilir. Tek hücreliler için depo olan büyükbaş ve diğer hayvanlarda hastalığa nagana adı verilir. Batı Afrika’da hastalığın iki türü gözlemlenir. Bu iki tür de enfeksiyonlu çöl sineklerinin tükürük bezleri yoluyla bulaşır. En yaygın olan tür T. brucei gambiense parazitine bağlı olarak ortaya çıkarken daha yerel bir tür T. brucei rhodesiense parazitine bağlı ortaya çıkar. Güney Amerika’da tek hücrelilerin diğer bir türü triatom böceği yoluyla bulaşır ve bu hastalığa Chagas hastalığı adı verilir.  

Afrika uyku hastalığı böceğin ısırdığı yerde şankır adı verilen çıban, hızlanan kalp atışları, dalakta büyüme, ciltte kızarıklık ve yüksek ateşle başlar. Birkaç ay içerisinde sinir sitemine saldırı gerçekleşir ve bununla birlikte ruh hali değişiklikleri, uyku, iştahsızlık, olası koma ve çoğunlukla ölüm ortaya çıkar. Daha çık çocuklara saldıran Chagas hastalığı belirtileri arasında yüksek ateş ve karaciğer ve kalp kası hasarlarının yanı sıra dalak hasarı da yer alır. Bu hastalık aynı zamanda bazen ölümcüldür. Afrika uyku hastalığının erken aşamalarında hastalık farklı parazit önleyici ilaç tedavilerinin uygulanmasıyla iyileştirilebilir; ileri aşamalarda arsenik içeren ilaçların uygulanmasını içeren tedavinin etkili olma ihtimali daha azdır.   

Ansefalit de aynı zamanda uyku hastalığı olarak adlandırılır.

Hepatit

Hepatit

Hepatit veya karaciğer iltihaplanması genellikle başta karaciğerde olmak üzere üç veya daha fazla türde ortaya çıkan akut viral enfeksiyonlara bağlı gelişir. Hastalığa neden olan virüsünün saldırısının ardından yaşam boyu bağışıklık kazanılır; fakat birkaç farklı virüs hastalığa neden olduğu için bir türe karşı gelişen bağışıklık diğerlerine karşı bağışıklığı sağlamaz.

Hepatit A

Daha önce bulaşıcı hepatit olarak bilinen hastalık ağza alınan kirli gıda veya diğer nesnelerle bulaşır ve aynı zamanda doğru şekilde sterilize edilmemiş derialtı iğnelerle bulaşabilir. Salgın genellikle askeri kamplarda ve ufak çocukların kalabalık olarak bulunduğu kurumlarda görülür.

Hepatit B

Daha önce serum hepatit olarak adlandırılan bu hepatit türü sadece 2. Dünya Savaşı’ndan beri tanınıyor. Hepatit B, Asya ve Afrika’nın bazı bölgelerinde salgındır. Hepatit B, kan nakli esnasında virüs içeren enjeksiyonlar veya kirli iğne ve şırıngalar yoluyla bulaşır. Kaza eseri virüs içeren iğne batırılan bir kişiye virüs antikorları içeren gamma globülinin uygulanması hastalığın ortaya çıkma ihtimalini büyük ölçüde azaltır. Virüs aynı zamanda diğer vücut sıvılarında da bulunur ve cinsel yolla bulaşabilir. 1965 yılında Amerikan Baruch Blumberg, Avustralya antijeni olarak adlandırılan ve bir kan örneğinin hepatit B bulaştırıp bulaştıramayacağını belirleyen viral bir bileşen tanımladı. Bugün nakil edilecek bütün kan örnekleri rutin antijen testlerinden geçer; bu da nakil sonrası hepatit vakalarını önemli ölçüde azalttı. 1976 yılında Blumberg bu çalışması için fizyoloji veya tıp dalında Nobel ödülü aldı.

1977 yılında İtalyan doktor Mario Rizzetto şu anda delta hepatit virüsü olarak bilinen, kendi kendine çoğalamayan ve bulaşması için hepatit B virüsüne ihtiyaç duyan bir virüsü tanımladı. Delta virüs dünya çapında görülür ve ciddi salgınlara neden oldu. Bazen hepatit D olarak da bilinen hastalığın bu formu kronik olabilir.  

"Hepatit A-B Olmayan" Hepatit

İki tane daha hepatit türü tanımlanmıştır. Kan veya vücut sıvısı yoluyla bulaşan ve klonlanmamış bir virüsün neden olduğu Hepatit C nakil sonrası hepatitin en yaygın nedenidir. Hepatit E kirli suların içilmesiyle bulaşır ve Hepatit A-B olmayan hepatit salgınına neden olabilir. En az üç farklı hepatit virüsü daha insan kan örneklerinden izole edilmiştir; fakat bu virüslerin hastalığa yol açmadaki rolü henüz bilinmiyor.

Belirtiler ve Tedavi

Bütün türlerin belirtileri yüksek ateş ve ardından güçsüzlük, iştahsızlık, sindirim sorunları ve kas ağrılarıyla başlar. Üst karın bölgesinde ağrı ve hassasiyet oluşabilir. Sarılık yavaşça ortaya çıkar ve iki hafta içerisinde azami yoğunluğa ulaşır. İyileşme süreci altı ay kadar sürebilir. Hastaların %5’inde hastalık kronik hal alabilir. Bütün hepatit türlerine bağlı ölüm oranı yaklaşık olarak %1 civarındadır; fakat hepatit B durumunda daha yüksek olabilir.

Hepatit B’yi önleyen etkili bir aşı 1982 yılında yaygın hale geldi; fakat maliyeti nedeniyle kullanımı kısıtlı kaldı. Genetik olarak geliştirilen aşı 1986 yılında yaygınlaştı. Aşı özellikle sağlık personelleri ve virüs içeren kana maruz kalabilecek diğer kişiler için önerilir. Şu anda genetik olarak üretilen ilaç olarak pazarlanan ve doğal olarak oluşan bir antiviral madde olan recombinan alfa interferon, kronik hepatit C hastalığı olan birçok hasta ve kronik B hastalığı olan bazı hastaların tedavisinde etkili olmuştur. Akut viral hepatit için tedavi mevcut değildir.

Klamidya Trahomat

Klamidya Trahomat

Klamidya iki türü bulunan - Chlamydia trachomatis ve C. Psittaci (insanlar için patojenik olduğu bilinir)- zorunlu hücre içi bakteri sınıfıdır. Psitakoza yol açan C. Psittaci enfeksiyonu daha az gözlemlenir. C. trachomatis Hodgkin hastalığı olarak bilinen ürogenital yol enfeksiyonuna neden olur. 1980’li yılların başlarında araştırmacılar bu hastalığın gelişmiş ülkelerdeki en yaygın cinsel hastalık olduğuna karar vermiştir.   

C. trachomatis enfeksiyonunun etkileri genellikle bu enfeksiyonla birlikte ortaya çıkan belsoğukluğunun benzer fakat daha güçlü belirtileri (akıntı ve ağrılı idrar gibi) ile maskelenir. Antibiyotikle kolaylıkla tedavi edilen hastalık kontrol edilmezse ciddi bir enfeksiyona dönüşebilir. Rahatsızlık ciddi pelvik enflamatuvar hastalığa ve kadınlarda dış (ektopik) gebeliğe neden olabilir. Aynı zamanda hastalık hem kadın hem de erkeklerde kısırlığa yol açabilir. Enfeksiyonlu annelerin yeni doğan çocuklarında göz nezlesi ve zatürre gelişebilir. Sinek kaynaklı bir tür olan C. Trachomatis trahom diye bilinen ciddi ve bazen kör edici göz hastalığına yol açar.

Uzm. Dr. Günnur ÖNARSLAN

Hocam Merhabalar; Sol elimin baş parmağında çok aşırı olmasa bile derimin içinde bir kaşıntı var. Gece yatmama ya da günlük hayatıma engel olmuyor anc... devamı